Hadi bugün gündelik iletişim dilimizi biraz daha derinlemesine ele alalım ve bunu iletişim kuramları perspektifinden inceleyelim. Günlük hayatta farkında olmadan kullandığımız kelimeler, sadece anlam taşımaz, aynı zamanda karşımızdakiyle kurduğumuz ilişkiyi, algıyı ve etkileşim biçimimizi de şekillendirir.
Basit bir örnekle başlayalım: "Anladın mı?" ile "Anlatabildim mi?" arasındaki fark, yalnızca iki farklı soru cümlesi gibi görünebilir ama aslında burada iletişim sürecinin işleyişiyle ilgili çok temel bir mesele var.
İletişim kuramcılarından Paul Watzlawick, iletişimi yalnızca mesajın içeriğiyle değil, aynı zamanda kurulan ilişkinin dinamiğiyle de ele alır. Biz bir şey söylediğimizde, sadece bir bilgi aktarmayız; aynı zamanda bu aktarımın nasıl gerçekleştiği, iletişim sürecinin doğasını belirler.
"Anladın mı?" dediğimizde, sorumluluğu tamamen karşı tarafa yükleriz. Mesajın doğruluğu veya açıklığı sorgulanmaz, yalnızca alıcının anlaması beklenir. Ancak "Anlatabildim mi?", bu süreci daha diyalojik bir hâle getirir. Gönderici, kendi anlatımının yeterliliğini de göz önünde bulundurur ve iletişimi karşılıklı bir süreç olarak ele alır.
Bu noktada Marshall McLuhan’ın "Mesaj, ortamdır" yaklaşımını hatırlamak gerekir. Bir mesajın nasıl iletildiği, içeriğinin nasıl algılandığını belirleyen en önemli faktördür. Günlük konuşmalarımızda kullandığımız kelimeler ve tonlamalar, iletişimi sadece bir bilgi aktarımı olmaktan çıkarıp, güç dinamikleriyle, algıyla ve ilişki yönetimiyle iç içe geçen bir hâle getirir.
Burada sosyal medyanın iletişim üzerindeki etkisini göz ardı etmek imkânsız. Dijital çağda iletişim, sadece birebir sohbetlerden ibaret değil; aynı zamanda yazılı ve görsel içeriklerle, kısa ve hızlı mesajlarla sürdürülüyor. Twitter’da (X) 280 karaktere sığdırılan fikirler, Instagram’da birkaç saniyelik hikâyelerle anlatılan düşünceler, TikTok’ta birkaç kelimelik mesajlarla özetlenen görüşler… Tüm bunlar, iletişimimizi hızlandırırken, aynı zamanda daha keskin ve kesin ifadeler kullanmaya da teşvik ediyor.
Sosyal medya bireysel ifadeyi güçlendirdi ama aynı zamanda iletişimi tek taraflı hâle getirdi. Artık çoğumuz, bir fikri paylaşırken, onu bir tartışma ya da diyalog ortamı yaratmak için değil, net bir duruş sergilemek için ortaya koyuyoruz. Sosyal medya paylaşımlarında sıkça gördüğümüz “Bence böyledir.”, “Bunu anlamayanlarla zaten işim olmaz.” veya “Söylediklerim gayet açık.” gibi ifadeler, çoğu zaman iletişimi kapatan, diyalog yerine monolog oluşturan yaklaşımlar.
Benzer şekilde, gündelik dilde kullandığımız pek çok ifade, aslında iletişim kuramları çerçevesinde analiz edildiğinde, yalnızca bireysel alışkanlıklarımızı değil, toplumsal eğilimleri de gözler önüne seriyor. Örneğin, konuşma sırasında sıkça duyduğumuz "Beni yanlış anladın." ifadesi, genellikle sorumluluğu alıcıya yükleyen bir yapıya sahiptir. Oysaki "Kendimi doğru ifade edebildim mi?" demek, iletişimi daha sağlıklı bir düzleme taşır.
İşte burada bireyselcilik kavramı devreye giriyor. Günümüzde bireysel ifade özgürlüğü ve kişisel marka inşası ön plana çıkarken, dinleme ve anlama pratikleri geri planda kalıyor. Herkes bir şey söylemek, bir şey paylaşmak istiyor ama çok az kişi karşı tarafın nasıl algıladığıyla ilgileniyor. Kendi anlatımının nasıl karşılandığını düşünmek yerine, çoğu insan sadece fikrini duyurmayı hedefliyor.
Bireyselciliğin iletişim üzerindeki bu etkisi, dijital dünyada “Anladın mı?” yaklaşımını daha baskın kılıyor. Çünkü burada amaç, karşı tarafı dinlemek değil, kendi düşüncelerimizi net ve güçlü bir şekilde ortaya koymak. Ancak, gerçek iletişim her zaman çift yönlüdür. Bir fikri açıklamak kadar, bu fikrin karşı tarafta nasıl yankılandığını görmek de önemlidir. İşte bu yüzden "Anlatabildim mi?" sorusu, iletişimi sadece daha nazik değil, aynı zamanda daha etkili bir sürece dönüştürüyor.
Bu yazıyı yazmama sebep olan şey de tam olarak buydu.
Geçen günlerden birinde sabah kahvemi içerken, aklına büyük saygı duyduğum bir dostumla/ağabeyimle sohbet ediyordum. Fikirlerimizi paylaşıyor, düşüncelerimizi açıyorduk. Söylediği her şey kıymetliydi ama beni asıl etkileyen şey, sohbetin sonunda bana yönelttiği şu soruydu:
“Anlatabildim mi bakış açımı?”
Bu basit gibi görünen soru, bana iletişimin yalnızca fikirleri iletmek olmadığını, aynı zamanda onları doğru aktarabilmek ve karşı tarafın nasıl anladığını gözetmekle ilgili olduğunu hatırlattı.
Bir iletişimci olarak beni en çok etkileyen şey buydu: Sadece söylemek değil, anlatabilmek…
Comments